3 Mart 2013 Pazar

"los lunes al sol", "güneşli pazartesiler" yahut "mondays in the sun"

   Geceye "The Perks of Being a Wallflower"la başladım ve hayatla herhangi bir bağlantısını ilk yarım saatte bulamayınca Holivutu kapattım. "Ne varsa İspanyollarda var" diyerek oturdum güneşli pazartesilerin başına... Çok da iyi yapmışım.
   "İş bu film gerçek bir hikayeye değil, binlercesine dayanmaktadır" demiş, filmi yapan ekip. Holivuttan sonra nasıl iyi geldi bilemezsiniz.
   Konumuz öyle fazla olağandışı, süpersonik, hoplamalı zıplamalı değil, bilakis alabildiğince olağandır (hayat da öyle değil midir ?). Kapanan bir tersanenin işsiz kalan bir grup eski çalışanı hayatta kalmaya çalışırlar.  
   Sayıklamalarımı takip edenler; bir süredir Luis Tosar filmlerine, kedinin lazerpointır izine yaptığı muameleyi yaptığımı aymışlardır. Bu filme de o sayede ulaştım. Javier Bardem bonus oldu. Ama ne bonus... Şöyle hafiften göbekli, ağırdan arızalı, ördüğü kozanın çatlaması durumunda darmadağın olacak bir işsiz karakteri (hadi adı sanıyla söyleyelim de tam olsun) Santa'yı nasıl başarıyla canlandırmış, o kadar olur. İnsan son Bond filmindeki halini görüp "Holivut keşfetmeseydi iyiydi" diyor. 
   Luis Tosar da beklentilerimi boşa çıkarmamış, yevmiyesini sonuna kadar haketmiş, Hose'ye kan can vermiştir. Diğer aktör/artistler de şükela işler çıkarmıştır. Yönetmen ve diğer yönetmenler (sanat olsun, görüntü olsun) güzel çalışmışlardır. 
   Fakirin arızası : filmlerdeki üçüncül, dördüncül ve hatta beşincil karakterlere olan obsesif kompülsif takıntısıdır. Filmimizde de "Amador" bu takıntımdan nasibini almakta ve kocaman bir alkışı haketmektedir. Kafası her daim iskoçya kırları kadar sisli olan bu abimiz durup durup "önemli olan bizim tanrıya inanmamız değil, tanrının bize inanmasıdır. şunu biliyorum ki en azından bana inanmıyor" tarzında vecizeler yumurtlamakta ve fakirin zihnini şıngır mıngır ettirmektedir. 
   Ciddi sinefiller filmimizin kapitalizmi kıyasıya eleştirdiğini, sinematik açıdan çok sağlam kadrajlar kurduğunu, esaslı metaforlar kullandığını (misal = kırmızı geminin adı : Lady Espagna), insanlar arası ilişkiyi söze dayalı olmadan bombastik bir şekilde yansıttığını ve buna benzer birçok ayrıntıyı farkedeceklerdir.
   Alaylı sinemaperestler ise (fakir gibi) filmin sonunda şöyle bir yutkunacak, "hayat işte !" diyecekler ve neden bir garip olduklarını çıkarmaya çalışacaklardır.
   Hayatınızın bir döneminde işsiz kaldıysanız, iş aradıysanız bu hem gülümseten (acı acı ama), hem düşündüren bu kordelaya kayıtsız kalmayınız. Eğer hep çalışan biri olduysanız, durumu içselleştirmeniz biraz güç ama  "The Perks of Being a Wallflower" izlemekten daha iyi bir şey yapmış olmak için izleyiniz.
Şimdi de filmden aklımda kalan bir iki "zihinde kalıcı" sekans :
-Santa'nın Amador'un evinde gördüğü derbederlik karşısındaki sarsılması,
- Santa'nın o sokak lambasını yine kırması,
- Jose'nin karısının dizinde yattığı zaman, karısının valizinin üstünü örtmesi,
- İki eski komünist partisi arkadaş karşılaşır konuşur biri "Komünizm hakkında bize söylenen her şey yalanmış, en kötüsü ise kapitalizm hakkında söylenen her şey doğruymuş" anekdotu.
- Paulino Ribas'ın iş görüşmesinde aynaya bakması, akabinde çıkması,
- Siyamlı ikizler benzetmesi,
- ve elbette güneşli pazartesiler
Haydi iyi seyirler...

2 yorum:

  1. uzun zaman önce izleyip çok etkilenmiştim ben de bu filmden. hikaye sıradan belki ama bir o kadar candan...

    YanıtlaSil