24 Haziran 2014 Salı

"Saatleri Ayarlama Enstitüsü" Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Dimağlara Layık Romanı.

   Tanıtımıma başlamadan önce kişisel bir tespitimi aktarıyorum. Kitap tanıtımı için bakanlar doğrudan ikinci üçüncü dördüncü paragraftan başlayabilirler. 
   Benim yaş grubum için hayat zor (ellisine az kalanlar (ortayaşınsonlarındaihtiyarlığınpekbaşlarında insankişileri)). Kişisel olarak önce ebeveynlerin kaybını yaşamaya hazırlıklı olman gerekiyor (her ikisini de altı ay içinde "sakladık" (bazı kırsalda hala kullanılan "saklamak" ne güzel fiildir)). Başlı başına ciddi travma. Memleketin hali ortada. Çok değil az bir zaman önce televizyonda geceyarısından sonra kırmızı noktalı filmler gösterilirdi. Şimdi heykeller buzlanıyor. Meme meraklısı biri değilim ama geldiğimiz noktayı görmek için ilginç bir mihenk noktasıdır. Az bir süre önce, yeni tanıdığım kişinin aidiyetlerini bugünkü kadar merak etmezdim. Mezhebi, siyasi görüşü, cinsiyeti, hatta dini beni ilgilendirmezdi. Bugün kendi açımdan hala merak etmiyor ancak karşımdaki kişi açısından tedirgin oluyorum. Daha önce hiç görmediğim kadar korkunç bir şekilde, toplumumuz ayrıştı. Politikaya siyasete hiç değinmiyorum. 
Fakire Mizahı sevdiren en önemli etken !
   Kişiseli yazdık, memleketi yazdık, Dünyayı yazmasak olmaz. Otuz yıl önce "içeceğin suyu dışarıdan para vererek alacaksın", "deniz balığı bitecek", "kokmayan domatesler, hiç acısı bulunmayan hıyarlar yiyeceksin, kışın ortasında yemeklik kabak bulunacak" deselerdi gülerdim. Şimdi çok normal geliyor. Sahi siz en son ne zaman acı çıkan hıyar yediniz söyleyebiliyor musunuz ? Marmara bitti, Ege bitiyor. Havamız, suyumuz, toprağımız, yiyeceklerimiz bozuldu, bozuluyor. Velhasıl enseyi karartmak için gerekçelerimiz var. Peki bütün bu olumsuzluklara karşı elimizde ne var. Sizi bilmem benim elimde mizah var. Bundan ötürüdür; haftada üç mizah dergisini alıp hafta sonuna varmadan bitirmem, okumalarımın arasına muhakkak mizah ögelerini katan kitapları seçmem. Kahkaha atınca her şey daha çekilir hale geliyor. Hayatla daha kolay başa çıkabiliyorum. 
   İşte Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kimi bibliyofiller için kült romanı "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" bu bağlamda fakir için : (uzun bir benzetme olacak uyarayım) upuzun Patara kumsalının Temmuz'un ortasında cayır cayır yanan kumlarından denize ulaşmak isteyen çıplak ayaklı yüzücünün tam ortada tesadüfen ayağının altına denk gelen minik, serin su birikintisidir.
   Yeniyetmeyken okumuş bugün aldığım hazzı alamamıştım. O zamanlar hayat daha tozpembeydi zaar. Muhakkak ki terûtaze kitap kurtları kart kitap kurtları kadar kâm alamayacaklardır. Nedir : kitabımız günümüzde kullanılmayan fakat kullanılsa ne güzel olur sözcüklerle doludur (muazzep, tecessüs, meyus (yalnız meyusu duymayalı rahat 25 yıl olmuş, oysa ne güzeldir "meyus"), adetâ ikinci bir "Kürk Mantolu Madonna" vakasıdır. Didaktik okur elinin altında lûgat bulundurur bakar. Ekâbir okur önce ilk okuma yapar, ikinci okumada lûgatin yardımına sarılır (fakir biraz ekâbirdir).
   Anlatılan Hayri İrdal'ın hikayesidir. Jerzy Kosinski'nin "Being There"i (ki onun basım tarihi 1971, bizimkisinin 1961 olduğuna göre Bay Kosinski, Sayın Bay Tanpınar'dan etkilenmiştir diyebiliriz) ile bazı paralellikleri vardır (Allah paralelden korusun). Sıkı kaybeden Hayri İrdal; Cesur Yeni Dünya'nın ete kemiğe bürünmüş hali Halit Ayarcı ile karşılaşınca tepetaklak olur. Konumuz budur. Elbette ki romanımız baştan ayağa metafordur. Konunun ilerleyişinde belirli bir mantık ve kurgu hak getiredir. Ama sen ne muhterem ne kalender ne fırlama bir abimizmişsin Sayın AHT ! Yaşıyor olsaydın seninle bir dost meclisinde olmak için bir maaş verirdim, hiç de acımazdım. 
   Üstad; metafor verirken olabildiğince ciddi bir mizah kullanıyor ki Montipiton görse dersler alır. Bazı paragrafları okurken ağlasam mı, gülsem mi bilemedim. Halit Ayarcı "Tarih bugünün emrindedir." "Hata denen şey yoktur ki zaten... İyi anlayın ! Farz ediniz ki hakikaten bir yanlış yaptınız! Oradan yürürüz ve doğruya çıkarız. Hata denen şey, tashih etmek budalalığında bulunanlar için mevcuttur. Bizim için değil... Biz onun varlığını kabul ettiğimiz anan itibaren her türlü hatanın üstündeyiz." derken günümüze o kadar yakın ki, sanki roman bu yıl yazılmış. Hayri İrdal Cessur Yeni Dünya'nın karşısında o kadar çaresiz ve ikiyüzlü ki, sanki aynaya bakıyoruz. Velhasıl yarım asrı deviren romanımız günümüzden hiç uzak olmadığı kadar geleceğe de pek yakın.
   Fakir, otuz küsur yıldan fazladır mûsikiyle haşrolduğundan aşağıda mûsikiyle ilgili bir paragraf alıntılamıştır. Üslûbun kalibresini merak edenler buyursunlar okusunlar diye.
   Edebiyata, kitaplara düşkünseniz. Es geçmeyiniz. Okuyunuz, sevdiğiniz bibliyofile hediye ediniz. Ve hatta ikinciye okuyunuz.
S.355 Hayri İrdal burada kamuoyunun beğenisine mazhar olan ancak gerçekte pek başarılı olmayan hanende baldızının bir performansını tasvir ediyor. "Şarkı bitince alkışları bile doğru dürüst beklemeden benim yıllarca kendisine öğretmeğe çalıştığım halde muvaffak olamadığım bir semaiye başladı. Zavallı semai acemi terzi eline düşmüş Hint kumaşı gibi gözümün önünde doğrandı gitti... Semainin arkasından Dede'nin güzel bir bestesini tuzla buz etti. Bir ordu çiğneseydi zavallı beste bu hale giremezdi. Ondan sonra çok hazin bir maya başladı. Fakat bu musiki değildi artık ! Bu bir sürü kurdun açlıktan uluması gibi bir şeydi İkisini de askerliğimde Şeytan Dağları'nın yalnızlığında sık sık dinlemiştim." der ve satırları şıkırdatmaya devam eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder