3 Mart 2015 Salı

"Kafamda Bir Tuhaflık" Biyografi ile Roman Arası Beynamaz !

   Öncelikle bu yazının tamamen subjektif değerlendirmelerle dolu olduğunu belirteyim. İstemeyen okumasın.
   Burnundan kıl aldırmayan bibliyofiller için peşin peşin yazayım :
   Evet Bayan Pamuk'un ortanca evlâdı artık eskisi gibi derin yazamıyor ! (Allam az önce Nobel'li bir yazara "derin yazamıyor" dedim, seviyorum blog bloglamayı)
   Son yıllarda tamamen yabancı çevirilere yönelik yazması iyiden iyiye göze batıyor. (Misal : romanın en başında bozanın tanımının (okuması kuvvetle muhtemel boza lezzetini tatmamış ecnebilere yönelik olarak (en son ne zaman birinin "ecnebi" dediğini duydunuz ?) ) dipnot olarak değil de romanın içine yedirilmesi, pek canımı sıktı)
   Kendisi Nişantaşı çocuğudur biliyoruz ama hiç mi cenaze definine katılmamıştır da, romanın önemli kahramanlarından birini mezara tabutuyla gömmektedir (Sayfa 351) ?
   Evet ! kitapta Mevlut'un masturbasyon detaylarını çıkarırsak bir yirmi sayfa azalır. Fenalık geldi Mevlut'un otuzbirlerinden !
   Kitaba roman demeye gözüm yemiyor. Sıradan bir karakterin 44 yıllık biyografisi demeye ise gözüm yiyiyor. Üçüncü sayfa haberlerinde çok daha trajik örneklere her gün rastlarsınız (da Mevlut çok düz karakter (bu arada Mevlut kitabımızın protagonisti)). 
   Evet, kitapta altını çizmeye değer bulduğum pek az satır vardı (onlar da fazla dokunmadılar beynime) (Misal Sayfa 296 ilk paragrafın sonu "Çünkü kelimeler şeylerdi, şeylerin her biri de bir resim. Geceleri boza satarken yürüdüğü sokakla kafasının içindeki alemin artık tek bir bütün olduğunu seziyordu. Bu sarsıcı bilgi bazan Mevlut'a kendi keşfiymiş ya da Allah'ın yalnızca Mevlut'a bahşettiği özel bir ışık, bir nur imiş gibi gelirdi. Mevlut, büfeden kafası karışık olarak çıktığı akşamlarda boza satarak yürürken içindeki dünyayı şehrin gölgeleri içinde keşfederdi."
   Bütün bu olumsuzluklara rağmen kitabı pek sevdim.
   Yardımcı nedenler şöyledir ki : 
   Olayların değişik kişiler tarafından anlatılması hayli eğlendirici. Birinin ak dediğine, diğerinin kara, bir diğerinin sarı demesi sık sık oluyor. Pek de iyi oluyor. Böylece dediklerinin doğruluğuna bakarak karakter tahlili yapılabiliyor. 
   Olay kurgusunun ortalarda bir yerlerde başlayıp, geri dönüşle kitabın başına ulaşmanın 177 sayfa sürmesi de iyi bir şey (ki kitabın başındaki algımızla, sonraki algımızın farkını ne de güzel algılıyoruzdur). 
   Okuduğum en "okuması kolay" Orhan Pamuk kitabıdır. Beyaz Kale ve Benim Adım Kırmızı'yı dahi bundan uzun ve bir kaç kez okumuşluğum vardır. Bu kitaba ise iki okuma kafidir.
   Efendim kitabı sevmemin asıl nedenine gelince :
   Fakir, öykünün geçtiği yıllarda İstanbul'un sur içinde başlayıp sur dışına kadar değişik adreslerde hayat mumunu yakmıştır. Sepet sarkıtarak bakkaldan alışveriş yapmış, sırık yoğurtçusuna yoğurt tarttırmış, cam damacanalarda (ki ağzı kurşunla mühürlüdür) Taşdelen suyu almış, İncirli'ye incir toplamaya, Mecidiyeköy'e dut toplamaya gitmiş, Okmeydanı'ndaki ilk gecekonduları temaşa etmiş, ve nihayet sokak bozacısından (leblebi ve tarçın ilavesiyle) boza da almıştır. Hülasa; kitabı okurken hayatımın o dönemlerini tekrar yaşar gibi oldum, üstelik zihnimin arkalarında saklanan nice anılarla (12 Eylül sabahı, boğazda telef olan ikibin koyun, her yeni mahallenin oluşmasının çok acımasız (ve bir o kadar gerçekçi) tasvirleri (kebapçı, cep telefoncu, kuyumcular pasajı, gri yüksek binalar, bir ana cadde). Haliyle edebi haliyle değil de kronolojik haliyle kendimden çok şey bulduğum, zaman zaman gözlerimin dolduğu bir okuma oldu. Sanırım bir kez daha okuyacağım. Belki bunamaya yakın eski zamanları yâdetmek için üçüncüye de okurum. 
   Kitapsevere önerim ise : dönemin İstanbul'una aşinaysanız kendinizden çok şey bulma ihtimaliniz yüksektir. Değilseniz, bunu okumak yerine "Beyaz Kale" olur, "Cevdet Bey ve Oğulları" olur, ve hatta "Benim Adım Kırmızı" dahi olur. Onları okuyun, zihninizdeki Orhan Pamuk olgusunu dibe çekmeyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder