25 Nisan 2015 Cumartesi

"Bera er Yü üttük B z Bu Yollar a" Hâl-i Pür Melâlimiz.

 331 sayfa. Dört günlük bir Foça gezisinin başında başladım. Her gün deli danalar gibi koşuşturmama rağmen arada göz atmaktan kendini alamadım. Nitekim üç günde bitti (hayır yoğunlaşsam bir buçuk günde de biterdi). O kadar.
   Yazarımız Bay Özdil'in önceki kitaplarını biliyoruz. Üslup aynı. 
   Burada konumuz ile ilgili olmayan bir ahkam keseceğim : toplumsal olarak algı şoku yaşıyoruz. Nihat Genç'in bu modern zamanlara, yeni Türkiye'ye (nasıl hazzetmiyorum şu tamlamadan bilemezsiniz) ilişkin yaptığı tespite katılmamak elde değil : "Şu gündemin bir haftası, herhangi bir iskandinav ülkesinde yaşansın : iç savaş çıkar, hükümet devrilir, ülke haritadan silinir.". Evet !.
   Fakir; altı yıldır televizyon izlemiyor, acansları izlemeye dahi tahammül edemiyor, yalnızca yazılı basın, mizah dergileri (inanın gazetelerde olanlardan çok daha gerçeği ve fazlası var onlarda (her gün iki gazete okuyacağınıza (bir onlardan bir bizden) Penguen olur Leman olur Uykusuz olur birini okusanız daha çok bilgilenirsiniz (Allam cümle nereye gidiyor ?)) ve bazı internet mecrasından gündeme ucundan müdahil oluyor. 
   Bu şekilde omuzlarımın üstünde taşıdığım bir buçuk iki kilo kadar beyaz maddenin sağlığını korumaya çabalıyorum. Yine de olmuyor. Ardarda yaşadığımız gündem bombalarını aşarak, günü/zamanı analiz etmek, irfanımı aşıyor. B tipi bir film gibi ülkede yaşıyoruz. 
   Duşakabinoğulları şokunu henüz atlatabilememişken polis gününde Harem operası sahnesi ile karşılaşılıyor, beyin yine reset atıyor (ben bilmem beyin bilir !). Bunlar zahiren görünenler, bir de işin bâtınî yönü var (ki onu hiç sormayın). Satır aralarını okuyabilirseniz, ayrıntıdaki şeytanı ayrımsayabilirseniz bu soap operanın arkasında asıl çevrilen filmi görebilirsiniz. Ama dedim ya : algı şokundayız. Kimi mutsuz olma pahasına bilgilenmeye çalışırken (ki pek azlardır), büyük çoğunluk evlilik, yemek, sörvayvır, bu tarz benim şekli yapıp "cehalet mutluluktur" mottosunu "delilik mutluluktur"a çevirmekte (ki bazen düşünüyorum "doğrusunu onlar mı yapıyor ?" diye). 
   Neticede; herkes kendi kararını verir. Ama herkes ikinci yolu seçince, mutsuz azınlık kendini İonesco'nun "Gergedan"ında başrol oynuyormuş gibi hissetmese daha iyi olacak. Yoksa o ünlü masaldaki gibi "delilik suyu"ndan içip bünyeyi Nur Yerlitaş'a odaklamak mı gerekiyor. Bilmiyorum, bilemiyorum. Benim maaş baremimi aşan mevzular bunlar. 
   Ahkam yeter, kitaba dönelim. 
   17 Aralık 2013 günü kulaklarımıza inanamayarak dinlediğimiz bant kayıtlarından başlayan 46 sayfalık bir girizgah var. Ondan sonra ay ay 2014 Aralık'ına kadar birbiriyle ilgili haberlerin ardarda dizilmiş şeklini pek az yorumla okuyoruz. 
   Nedir : tüylerimiz tiken tiken oluyor, korkuyoruz, irkiliyoruz, kahroluyoruz. Her Özdil kitabında olduğu üzere aynı duyguları yaşıyoruz. Bay Özdil'i sevmiyorum. Seçkinci ve saldırgan geliyor bana. Ancak bu yazdıklarına katılmama engel değil tabiy ki. (Misal : vudielın kırk yıllık karısını boşayıp üvey kızıyla evlendi. Bay elını zerre sevmesem de filmlerini severek izliyorum.)
   Seçimlerin yaklaştığı bu günlerde, kararsız çoğunluğun okuması halinde bir çok kişinin kararını etkileyebilecek bir kitaptır, çabucak okunur, acımasızca bilgilendirir. Yakın durun !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder