24 Haziran 2015 Çarşamba

"Kumiko, the Treasure Hunter" Zor ama değer.

   Önceden yazayım da günah benden gitsin. Ağır bozuntu (spoilerle işim olmaz) içeren bir tanıtım yazısı olacaktır, ona göre.
   Kumiko, kafayı "Fargo" ile bozmuş ve hafiften balatayı sıyırmış bir çıtıpıtı kızımızdır. Kumiko'nun patronu ve annesi Kumiko'dan iki tık daha delidir. Kumiko, Tokyo'da yaşar. Onu, dünyevi planlar konusunda zorlayan annesiyle üstünkörü konuşmalar yapar, patronunun çayına tükürüp tükürmemek arasında kalır, tavşanı "Bunzo"yu besler, çıtır arkadaşlarının makyaj, erkek arkadaş türü pek yüksek felsefi sohbetlerine takılmaz, kariyer ve sosyal hedefleri yoktur, üstüne başına pek dikkat etmez. Kumiko, kafayı "Fargo"nun sonunda Stivbuskemi'nin karlara gömdüğü paralara takmıştır. Gece gündüz planlar yapar, tasarladığı haritaları kanaviçe yapar. Fırsatını bulduğunda ise soluğu Fargo'da alır. Yeni dünyada pek dil bilmeden, cebinde sadece şirketin (bir süre sonra geçersiz olacak) alıntı (çalıntı değil) kredi kartı, überfantastik haritası, süperkuntastik muhayyilesi ile başlar Fargo'nun meşhur deri çantalı çil çil dolarlarının peşine düşmeye. Olaylar gelişir.
   Fargo filmine müptela (her yıl bir kez izlemişliğim vardır) sinefil bir insanım, filmin sonunu zor getirdim. Kumiko, o kadar geç idrakli o kadar sığ bir portre çiziyor ki, filmimiz (esaslı bir senaryosu olmasına karşın) o kadar durağan akıyor ki, ilk 90 dakikaya yarı katatonik giriyoruz ve finali o ruh haliyle izlediğimiz için pek algılayamıyoruz. Final, sığ izleyici için (ama aşırı sığ olacak) pek güzel. Sığ olmayan izleyici için pek trajik. Bir de hasta ve dikkatli sinefil için final yorumu var ki tadından yenmez. 
   Fakir, filmin sonunda iyiden iyiye yarı fermente taze şarap formunda olduğundan, finali sığ olmayan izleyici donunda "hımm, kötü oldu." şeklinde yorumladı. Altı saatlik uykudan sonra aklım başıma geldiğinde ise çaktım dalgayı (içimdeki dikkatli sinefil hortladı). 
   Son sahnelerde Kumiko'nun film boyunca izlediğimiz ebleh suratı nasıl da pamuk prenses kıvamına gelmişti. O dakikaya kadar soğuğu iliklerimizde hissettiğimiz topoğrafya nasıl da "winter tales" görünümüne bürünmüştü. Kumiko'nun sırtındaki kadidi çıkmış, leş gibi yorgan, nasıl da bir gerçeküstü kahraman pelerinine dönüşmüştü. Renkler canlanmış, karakterler (daha doğrusu karakter) cilalanmış, evvet adeta bir holivut filmi kıvamına gelmişti son sahneler. 
   İşte filmin (bence) tüm başarısı son sahnelerin, filmin tümünden farklı olmasında yatıyor.  Gerçek ve sinemanın farklılığı, kendini burada gösteriyor. Burada, sinemayı fazla ciddiye alanlar mı eleştiriliyor, yoksa hayatı fazla ciddiye alanlar mı ? Şimdilik çözemedim. Hayırlısıyla sonraki izlemelere. (iyi ki izler izlemez silmemiş, üstüne bir uyku çekip, düşüncelerin hizaya girmesini sağlamışım).
   Velhasıl; bu gözle izleyecekseniz izleyin, yok derdiniz güzel vakit geçirmekse : yanına yaklaşmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder